30 Ağustos’ta Kurtuluş Savaşı’nı Bitirip Belirsizlikleri Azaltma Savaşını Başlattık
“Mustafa Kemal’e Aşklanmak” adlı tarihi romanımda, Cemile adında bir genç kız var. Kurtuluş Savaşı’nda hemşire olarak mücadeleye katılıyor. Tarihte de İngilizleri kandırıp, İstanbul’dan Anadolu’ya silah sevkiyatı yapan becerikli bir Cemile var; bir Türk diplomatının kızı. Onu romanımda geliştirdim ve Atatürk’le üç kere kısaca görüştürdüm. Son karşılaşmalarında Mustafa Kemal Paşa, İzmir’e yeni girmişti. İleride eşi olacak Latife Hanım’ın evinde karargâh kurmuş ve ünlü kulak ağrılarından birini çekmekte. Cemile, o malum merhemi sürüyor. Yavaş yavaş ağrı hafifliyor ve Cemile “Şimdi ekonomik bağımsızlık mücadelesi mi başlayacak?” diye soruyor. Evet, cevabı alınca “Paşam, biliyorsunuz ben babamla yabancı ülkelerde bulundum, iyi İngilizce konuşurum, bir koşu ekonomi okuyup döneyim, size yararım olur.” diyor. Paşa, bunun yararı olmaz diyecek ama yıllardır tanıdığı, belki silah arkadaşlarından biri olarak gördüğü bu değerli kızın kalbini kırmak istemiyor.
Gülümsüyor. Zaman kazanıyor. Anlatması zor. Hedef Batı’nın uygarlık düzeyine ulaşmak ama onların bugün yaptığını öğrenip aynını yaparak olmaz. Olmaz çünkü bize uymaz, geçmişimiz farklı, bulunduğumuz yer farklı. İngiltere’de iyi sonuç veren çözümleri burada uygulamaya kalkacak ve başarısız olacak. O zaman da küsecek, günah olacak.
“Pencereye bak Cemile. Dışarı uçmak isteyen ama durmadan cama çarpan bir arı var. Yakında bitkin düşecek ve ölecek. Işık gelen yerin kovanın giriş çıkış deliği olduğunu öğrenmiş. Bilgisini aktaracak ve uygulayacak bir sosyal yapıya da sahiptir arı toplumu. Dünyanın en uygar insan topluluğunun başaramadığı bir ahenk için binlercesi bir arada ahenk içinde yaşıyor. Bizden daha ileriler ama birazdan ölecek.”
Arada bir Latife Hanım odaya girip çıkıyor. Cemile bu kıskanç hareketlerin farkında değil, o, Mustafa Kemal’i anlamak denilen zor işin peşinde. Mustafa Kemal devam ediyor. “Diğer taraftan lambanın üstüne konan kelebek ve masanın üstünde dolaşan sinek hayatlarından memnunlar. Bir de beni dün gece sokan sivrisinek ailesi var, bir yerde. Bunların hepsi, bu eve uyum sağlamışken, devlet kurabilen, kraliçe seçebilen, iş bölümü yapabilen, tükettiği kadar üretmeyenleri ölüme gönderecek kadar verimlilik üzerine kurulmuş bir ekonomiye sahip olan muhteşem arı ama birazdan ölecek. Nedeni ortada çünkü alıştığı kovandan daha farklı bir ortama ayak uyduramıyor,” ve konuyu şöyle bağlıyor:
“Uyum sağlamakta zorlandığımız binlerce konu vardır ama bunların sadece üçü beşi önemlidir. Batı Avrupa’yla bizim aramızdaki binlerce farkın en önemlisi. Belirsizlik seviyesidir. Bütün Ortadoğu’da belirsizlik fevkalade yüksektir. Bizde hâlâ önemini koruyan birçok sorun Batı’da artık yoktur. Sonuçta oranın başarılı reçetesi bizde ancak akıllıca uyarlanarak işe yarar hale getirilebilir.”
Romanımda Mustafa Kemal “Batı, belirsizlik seviyesini bilimle düşürmeye çalışırken, biz bilimi yaygın olarak kullanır hâle gelinceye kadar belirsizliği yönetmekte ustalaşmaya bakmalıyız.” der.
Sevgili okuyucum, Atatürk öldüğünde ben annemin rahmindeydim. İlkokuldan sonra İsviçre’de okudum ve iki ülke arasındaki belirsizlik seviyesinin değişmesini kendi hayatımla fiilen yaşadım. Bizdeki belirsizlik çok düşmüş olmasına rağmen (belki yarı yarıya) hâlâ İsviçre’ye göre fevkalade yüksektir. Onların gözünde burası bir kocaman kumarhanedir.