Vicdan ve sorumluluk aynı şeydir.

‘Sevgi vererek şiddet durdurulabilir diyebiliriz, hatta erken davranarak önlenebilir’ diye öğrendik. Sevgi her derde çare sihirli bir şeydir sanki. Gerçekten öyle midir?
Aşkın içinde gizlenen şiddet türleri vardır. Korku bunlardan biridir ve aşkta “Sevdiğimiz kaybetme korkusu,” olarak bizi inletir. Çocukken annemizi kaybetme korkusunu kim yaşamadı? Büyüyünce de devam eder bu. Farklı bir işkencedir çünkü annemiz öldükten sonra korkunun artık bitmesi gerekir, değil mi? Oysa bende bitmedi: Annemi hatırlayınca hâlâ bir iki saniyeliğine içimde o eski sıkışmayı hissediyorum.
Sevdiğimizi kaybetme korkusunun bir de iyi tarafı vardır: Sevgilimizi kaybetme korkusu sıradan aşkımızı tutku seviyesine yükseltir. Tutku muhteşemdir çünkü tutkunun yüksek heyecanında yaşayan aşk, mantığın sınırlarının dışına çıkacaktır. Mantığın rahatsız edici baskısından kurtulup özgürce gelişebilecektir, aşkımız. Mantığın cenderesinden kurtulup tutku haline giren aşkın tadı muhteşemdir evet ama mantık dışılığın belalarına katlanmaya değer mi? Belanın türüne göre değişir, diyeceksiniz, biliyorum. Böyle durumlarda anneannem bana ‘Allah zihin açıklığı versin, evladım,’ derdi.
Tutku mantıksızlığın önünü açtığından, mutlaka bizi bir maceraya sürükler. Macera risklerin mantıksızlaştığı bir ortamdır. Karar verirken size yardımcı olacak bir önerim var: Tutku ve macera yolunu seçme durumundaysanız bunu bol ışıklı bir yerde yapın. Bende karanlıkta tutku mantığa karşı daha kolay kazanıyor. Gözlerimi kapatarak seçim yaptığımda tutku ve macera hep daha çekici göründüler. Bu önerimi fazla ciddiye almayan lütfen.
Tutkunun sebep olduğu başlıca belalardan biri şiddettir. Maalesef tutku kolayca şiddet doğurur. En yaygın örnek kıskançlığın sebep olduğu şiddettir. Bildiğiniz gibi, sevgimiz her zaman kıskançlığa gebedir ve kıskançlık da her zaman şiddete gebedir.
Haksızlıkların bütün türleri şiddet sınıfına girer. Haksızlık devasa bir şiddet alanı yaratır! Mahkemeleri, yargıçları, savcıları hukukçuları, dernekleri, aile büyükleri, din insanları, yani sonuçta devletin bir yarısı haksızlıkları ya yapmakla ya da önlemekle uğraşır. Sonuçta bütün dünya haksızlıkların yarattığı şiddetle mücadele ediyor. İslam’ın en önemli hedefi hangisidir diye sorulduğunda “Hak yemenin önlenmesidir,” derim. Hakkı yenen her insan intikam alma ihtiyacını duyar: Şiddete karşı şiddet! İncil’de Tanrı’nın insanoğluna “İntikam benimdir, sen karışma, haksızlığın hesabını ben sorarım,” dediğini yazar. Biz de çoğu zaman haksızlığın hesabını Allah’a havale etmez miyiz? Aynı İncil’de Hazreti İsa “Sana tokat atana diğer yanağını uzat,” derken Maide Suresi “Cana can, dişe diş,” diye yazar. Bu karışıklıktan çıkış yolunu yine Kuran’da buluruz “Allah’ın sana verdiği aklı kullansana!”
Şiddete yönelen kişiye “Mantıklı ol!” deriz. Oysa, mantıklı olmak gerekirse ‘Herşey mantıklı olmalıdır,’ demek imkansızı istemektir. Baksanıza, ne DİN, ne AŞK mantığın disiplinine sokulamıyorlar.
Haksızlıkların ve korkularımızın yarattığı şiddetle mücadele eden vicdanımızdır. Bize doğru yolu gösteren bir duygudur, derler. Tamam da doğru yolu nasıl gösterir, hangi yöntemle gösterir? Ben onu keşfettim: Bize sorumluluklarımızı hatırlatarak bunu yapar. Galiba Vicdan’la sorumluluk aynı şeyin iki ismidir.
Gençler bana bazen sorarlar “Hayat arkadaşı olarak seçeceğim kişide aramam gereken en önemli nitelik hangisidir?”
Ben de “Uygarca boşanmayı becerebilecek karakterde biri olsun, yeter,” derim. Eş seçerken en çok mutluluk vereceğini düşündüğünüz kişiyi değil, en az acı çektirecek olanı arayın. Sevginin sona ererken ürettiği şiddet müthiştir.