Dış Politikamızda Rusya ve İran

Bugünkü Rusya, bizim altın devrimiz olan Kanunî Sultan Süleyman ve Sokullu Mehmet Paşa iktidarları sırasında Korkunç İvan (1530-1584) tarafından kuruldu. Sonra 1699’da Sırbistan Karlofça’da biz inişe geçtik ve onların ilkel devleti Rusya Çar’ı Büyük Petro’nun (1672-1725) gelmesiyle getirdiği reformlar sayesinde bugünkü süper güç durumuna doğru koşmaya başladı.

Nasıl ki Yunanistan dış politikalarımızın en önemsizi ise tam tersine Rusya en önemli olanıdır. İkimiz de ne Avrupalıyız ne Asyalıyız; Avrasya ülkeleriyiz. Bunun dışında bir benzerliğimiz yok sayılır. Bir de Petro ve Atatürk’ün reformlarında pek önemsenmeyen bir benzerlik gözüme çarptı: Petro saray davetlerinde eşlerini güzel giydiremeyen, onlara çok saygılı davranmayan ve dans etmesini beceremeyen yöneticilerin terfilerini yavaş gerçekleştirirmiş. Bu durum bana Atatürk’ün ünlü Cumhuriyet Balolarını hatırlatıyor. İki yönetici de ülkelerini kalkındırmanın en etkili yollarından birinin kadınların yetkilerini artırmak olduğunu fark etmişlerdi.

Rusya dış politikası basittir. En önemli basitliği de yüzyıllardır değiştirilmesine gerek olmayışıdır.  Biz Rus Ayısından rahat durmasını isteriz, o da bizden İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından rahat geçmesine izin vermemizi bekler. Ayrıca ikimizin örtüşen çıkarı Boğazlardan Karadeniz’deki huzuru bozacak kötü niyetli gemileri geçirmememizdir.

İki satırlık bir iş tarifi. Ne var ki biz hep zorluk çıkarmışız. Neden mi? Çünkü İngiltere, deniz hakimiyeti rakip olacak bir Rusya’yı Akdeniz’de istemedi. Peki biz niye ona iyilik olsun diye Ruslarla 300 yıl savaştık? Çünkü Ruslarla olan savaşlarımızda bize hep yardım ediyorlardı. İşte zurnanın zırt ettiği nokta: Baştan Boğaz geçiş yasağı istekleriyle Ruslarla aramızın bozulmasına sebep olmasalardı sonra onlarla savaşırken bize destek olmalarına zaten gerek olmazdı ki. O parayı, Ruslar geçiş ücreti olarak seve seve vermezler miydi? Ah İngiliz Çakalı, ah!

Rusya politikası basittir: Bırak Boğazlardan geçsinler ve hep birlikte Karadeniz’de balık tutup petrol arayalım.

İran dış politikamızda ise çıkar hesabı yapmak daha zordur. Sebeplerinden biri, onlarda siyasetle dinin iç içe olmasıdır. İki alanın mantığı farklıdır. İşle din birbirine karıştı mı çıkar hesabı yapılamaz. Laiklik ise dini siyasetten ayırarak sorunları önler. Laik Amerika’da dindar insanlar devlet yönetiminde ağırlık sahibidirler ama dinin hiç sözü geçmez. İran, Şii Mezhebini temel alarak bir Orta Doğu kargaşalığı üretiyor. Bunun için Yemen’de, Irak’ta, Suriye’de ve Lübnan’da birçok silahlı örgüt besliyor (Hizbullah, Haşdi Şabi, Kassam Tugayları vs.). Bu ağır masraf karşılığında ne elde etmek istediklerini pek anlamıyorum. Rusya gibi Akdeniz’e bir koridor açmak istedikleri söyleniyor ama zaten Basra Körfezine hâkimler. Bir de İsrail devletini yok etmek istiyorlar.

Çin ve Hindistan’la birlikte dünyada hâlâ var olan en eski 3 devletten biri olarak ne yaptıklarını biliyorlardır herhâlde. Bizimle 1639’da yaptıkları Kasrı Şirin Antlaşmasıyla çizilen sınırımız o günden beri öyle duruyor. Böyle yüzyıllarca değişmeyen sınır bir bizde bir de İsviçre dağlarında var. Ben İran’ın politikalarını anlamıyorum. Anladığım gün paylaşırım, borcum olsun. Dedemin “Her şeyi de anlamak zorunda değilsin, Halil.” dediğini hatırlıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.