30 Ağustos Nasıl Bir Zaferdir?

  1. Kesin bir zaferdir, düşmanı denize döktük, ötesi var mı?
  2. Malazgirt’te 1071’de başlayan işin 851 yıl sonra bitirilmesidir.
  3. Dönüm noktasıdır çünkü tarihte süvarilerle kazanılmış son savaştır.
  4. Dumlupınar gürül gürül akan suyu ve Afyonkarahisar Siyah Kaleleri çağrıştırıyor! Tam dövüşülecek yer ismidir.

Türk ve Yunan ordularının silah listesi iki satırdır, çok sadedir. Asker sayısı eşittir ama silah ve teçhizat? Makineli tüfek ve top onlarda %50 fazla. Uçak bizde 10, onlarda 50. Kamyon bizde 200 onlarda 4000. Bizde fazla olan bir tek at ve kılıç! Hem de 4 misli fazla.

İlginç bir milletiz. Sanki 851 yıl süreyle zaman durmuş ve biz Malazgirt’te Anadolu’ya ilk girdiğimizde atımızdan inmeden, elimizde aynı kılıç ve ayağımızda çarıkla (Kurtuluş Savaşı’nda postalları bize Rusya gönderdi) son Bizans askerini Anadolu’dan çıkardık.

Olacak iş miydi? 1922’de at üstünde ve elde kılıç!

20 küsur yıl sonra atom bombası atılıyor ve 40 küsur yıl sonra Ay’a gidiliyor.

Bu iki ordunun kıyaslamasını çok anlatmışımdır. Bir dakikadan az sürer. Birçok dinleyen ilkelliğimizle alay etmeyi uygun bulur. Bazıları da sessizce düşünür.

Bu durumda Türkler nasıl yendi Yunanları? Sual basit ama sual önemli!

Cevap?

Ne bilimsel ne de yarı bilimsel bir cevap yok. Kalbinizdekini ve aklınızdakini önüne döküp karar vereceksiniz. Hayatınız bu karara yakından bağlıdır. Sakın 100 yıl öncesinden bana ne, demeyin ve sakın Mustafa Kemal olmasaydı nah kazanırdık! kolaycılığına boyun eğmeyin. 100 yıl önce olan tabii ki çok uzaktadır ama o olay hakkındaki görüşünüz beyninizde yaşamakta ve sizi etkilemektedir. Evet. Bu koşullarda Dumlupınar Savaşı’nı nasıl kazandığımız hakkındaki görüşünüz hayatınıza yön vermektedir, inanın bana. 

Türklerin 30 Ağustos’ta Yunanları bu silahlarla nasıl yendiğine karar vermezsek, Türklerin ülkesinde olan biteni anlamakta zorlanırız. Anlamayınca beğenmeyiz ve beğenmeyince de hayatımızın tadı azalır. Bu yüzden Dumlupınar Meydan Muharebesi’ni nasıl kazanabildiğimiz hakkındaki kararınız sizin için önemlidir.

Gelecek yazımda “Mustafa Kemal’e Aşklanmak” adlı romanımdan bir alıntıyla Atatürk’ün Türklerin bu başarısını nasıl yorumladığını yazacağım. “Bizi uğraştırma, şuraya üç satır ekleyiver, bitsin bu iş.” demeyin. Eskiden 800, 700, 600, 500 kelimelik muhteşem bloglarım olurdu. Benden akıllı yazarların bir kitap yazıp anlattıklarının özünü çıkarıp hap gibi sunardım. Sonuna kadar okunmazdı ama 500 kelime 5 dakika ve 800 kelime 8 dakikada okunur. Yazım 300 küsur kelimeyi aştı mı editör, telefonda gak guk ediyor. Geçen gün onu Rengin’e şikâyet ettiğimde “Madem yazılarımın boyunu yarıya düşürdü, hiç olmazsa 15’te bir yerine haftada bir çıkarmayı önermesini bekledim.” dedim. Güldü ve “Her hafta çekilmezsin, yorarsın.” dedi. Editörden ve eşimden yüz bulmayınca ben de okuyucuma dert yandım. Hani derler ya “Davalının acemisi, derdini mübaşire anlatır.” diye …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.