Ey, Seçmen! Önce Amerika’nın Desteklediği Aday Hangisidir Onu Bul ve Oyunu Sonra Kullan!
“Ortaya Karışık” yemek istemek hoş bir Türk adetidir. İster salata ister kebap ama karışık! Amerika politikamız bence öyle, içinde yok yok:
Silahlar susmuyor.
Ekonomik yaptırımlar, ambargolar, çifte standartlar sıradan olaylar.
Diplomaside denenmemiş yöntem kalmadı.
İstihbarat teşkilatımızın iş birlikçileri temizleme işi bitmiyor.
Teknoloji alanında mücadele hızlanmaktadır. 1974’te Kıbrıs’a çıkan ordumuz, kendi 3 savaş gemisini bombalayıp batırınca telsiz haberleşmemizin yerli ve milli olmasının önemliden öte hayati olduğu anlaşıldı. İyi bildiğim bir alandır: İki yıllık yedek subaylığımı ordunun telsiz tamir fabrikasında geçirdim. Aselsan gibi teknoloji kurumlarını o olaydan sonra doğurduk. Bunlar şimdi uzayı incelemekteler. Uzayda bir ayağı olmayanlar, olanların hizmetçiliğini yapacaklar.
Amerika süper güç olduğu için onunla ilişkimiz bütün dünyayla olan bağlarımızı etkiler. Kimisini az, kimisini çok. Amerika bizden bazı çıkarlarımızdan vazgeçmemizi ister. Kabul edeceğimiz veya etmeyeceğimiz zaman hangi BAĞIMSIZLIK DERECESİNİ hedef aldığımızı veya daha doğrusu hangi BAĞIMSIZLIK DERECESİNE razı olduğumuzu iyi düşünmeliyiz. “Razıyız” anahtar kelimedir. Tabii ki herkes TAM bağımsızlık ister ama sonunda gücümüzün yettiği seviyeye razı oluruz. Beşte beş isteriz ama beşte üçe razı olduktan sonra çalışarak gücümüzü artırıp beşte dört bağımsızlığa çıkmaya gayret ederiz.
Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında ve sonra Sivas Kongresinde arkadaşlarıyla anlaşmaya çalıştığı nokta buydu: İşgal atındaki ülkeyi en az ne kadar bağımsızlıkla yüzdürebilirlerdi? Çoğunluk, haklı olarak Amerikan Mandası, yani en az bağımsızlığa razıydı, yeter ki hayatta kalalım diyordu: “Amerika bizi korusun, madem Osmanlı’yı yaşatmayı beceremedik, çağdaş devlet yönetiminde bize yol göstersin.” Bu çözümün 2 avantajı olacaktı.
Uzun yıllardır süren savaşlar bitecek ve son kalanlar artık ölmeyecekler.
Yeni kuracakları bu itaatkar devlete kalkınması için para verilecekti. Yıllardır kimse para yüzü görmemiş, karnını doyurmakla yetinmişti.
Ne var ki bu çözümün 2 mahsuru vardı:
Birincisi, Anadolu’nun doğusu Ermenistan’ın ve Kürdistan’ın, batısı Yunanistan’ın, güneyi İtalya’yla Fransa’nın ve İstanbul İngiliz başkanlığında bir uluslararası bölge olacaktı. Türkler ortada Karadeniz’e çıkışı olan küçük bir bölgeye sıkışacaklardı.
İkincisi, yönetim ve para kendi seçecekleri iş birlikçi zümrelere verilecekti. Tabii savunma sanayi çok sınırlı bırakılacaktı.
Atatürk, bu koşulları beğenmemiş olmalı ki, huzur yerine bir süre daha cephelerde sürünmenin ve ölmeye devam etmenin tercih edilmesine silah arkadaşlarını ikna etti. Düşmanla iyi geçinerek huzurlu yaşamayı (Amerikan Mandası) seçerek beş üzerinden bir BAĞIMSIZLIK DERECESİNİ istemedi. Sefalet ve ölüme razı olarak beş üzerinden üç BAĞIMSIZLIK DERECESİNE ulaşmayı hedeflediler. Bedellerin en ağırını ödeyerek tabii.
O günden bugüne geçen 100 yıl içinde, Kıbrıs Harekatının cezalarını, askeri darbelerin sebep ve sonuçlarının bedellerini Amerika bize ödetti. Fethullahçı Terör Örgütünün karargâhı New York yakınlarında ve Amerikan bütçesinden maaş alan kocaman PKK ordusuyla savaşıp hâlâ şehit vermekteyiz. Alplere yayılan acılar müthiş. Bir de tabii bu paralar harcanmasaydı, emeklilerimizin hayat kalitesi veya üniversitelerimizin öğretim kalitesi ne kadar daha yüksek olurdu, diye düşünmeden edemiyoruz. Bağımsızlık hak değildir. Bağımsızlık pahalı bir üründür ve faturası yalnız çok parayla değil, bolca da kanla ve göz yaşıyla ödenir.
Bütün bunlar bilinirken neden düşmanlarımızla aynı masada yemek yemeye devam ediyoruz?
Kovmaya gücümüz yetmiyor da ondan.
Gücümüzün yeteceği nasıl anlaşılır, ölçüsü var mı?
Var: BAĞIMSIZLIK DERECEMİZ! Kurtuluş Savaşındaki başarılarımız ve özverilerimiz sayesinde beş üzerinden üçe ulaştık, dedim. Sonraki 100 yıl içinde derecemizi üçten dörde yükselttiğimizi ve bunu becermek için verdiğimiz mücadeleyi adım adım izledim. Ben 86 yaşındayım. Masadaki bu rahatsız edici devletleri “tatlılıkla” kapı dışarı etmek için beş üzerinden dört buçuk dereceye çıkmamız lazım.
İç politikanın sığ plajlarında değil, dış politikanın derin sularında çözümleri arayacağız.