DEDEME GÖRE SOSYAL ADALET

Dedelerim Cumhuriyet Türkiye’sinin büyük sanayicilerindendiler. Nazım dedem, ağabeyi Halil Ali’nin 17 yaş küçüğü olduğu için işi ağabeyinin ölümünden sonra devralarak ikinci kuşa oldu. Gelir Dağılımında Adaletsizlik sorununu ondan ilk duyduğumda 19 yaşındaydım (1958) “Ülkede huzur olması için fabrika müdürünün ortalama işçi maaşının en çok dokuz mislini almalıdır,” dedi. Ben lisedeyken her yaz fabrikamızda çalıştığım için bu oranın dokuz mislinden çok daha yüksek olduğunu biliyordum. Babama sordum “Deden doğru söylüyor, İsveç’te bu hedefe ulaşıyorlar,” dedi.

Onlardan sonra Refik amcam ve babam da üçüncü kuşak olarak sosyal adaleti hep önemsediler. Öyle ki 1962 de çıkan İş Kanununa göre yapılan Toplu İş Sözleşmelerine bizim fabrikalar katılmadı çünkü pazarlık sonucu elde edilen hakları biz zaten işçimize veriyorduk. Ancak sekiz yıl sonra Türkiye’nin işçi sendikaları Mensucat Santral’ın verdiği haklara ulaşabildiler.

Dördüncü kuşak olarak ben de otuz yıl süreyle onların çizdiği yolda yürüyebildim. Fabrikalar kapandığında, tek bir hedefim vardı: Hiçbir çalışanımıza borçlu kalmayalım, hakkımız helal edilsin! Yenilirken, yani düşerken hayata tutunmaya çalışırız. Can havliyle elimize ne geçerse sarılırız. İşte tam o anda hak yemek çok kolaylaşır. Kolaydan öte meşrulaşır. Çünkü “Peki, ne yapacaktım ‘Ya ben ya o,’ durumundaydım. Ölse miydim yani?” diyerek o  kolaycı savunmaya sığınmadım.

‘Hakkımıza razı olmak,’ diye bir söz vardır. Ne yazık ki, razı olmamak için güzel bir sebep hemen aklımıza gelir ama razı olmamız için gereken sebebi bulmak için çok derine kazmak lazımdır.  

İş sadece ayakta kalmak değil ki. Hak yemeden bunu yapacağız ki, ayakta dururken başımızı da dik tutabilelim. “Yuh!” sesleri arasında ortalıkta dolaşmak çok tatsız olacağını tahmin ediyorum.

Halil Bezmen

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir