Teknoloji ve Biz, Nereye Böyle?

Bir önceki yazımda teknolojinin esasta bir savaş aleti olduğunu, sivillerin savaş mutfağında pişen ve mutfak masasında yenen teknolojilerden, evin kedisi gibi tırtıklayarak geçindiklerini yazdım. İlk teknolojik gelişme olarak bir ağaç dalının ucuna sivri bir taş bağlayarak icat edilen “mızrak”ı seçtim. En eski örnekleri 69.000 yıl öncesine ait. Habeşistan’daki bir müzede ilk insanları gördüm. Bir bataklıkta 2,5 milyon yıl kalmış ve mumyalaşmış, canlı gibi iki ayak üstünde duruyorlardı. Bu işin uzmanları, iki ayak üstüne kalkan insanın ön ayaklarının bir mızrak fırlatacak kola dönüşmesi ve mızrağın ucuna sivri taşı bağlayacak elin de baş parmağının hem yerinin hem yapısının değişmesi gerektiğini söyler. “Yürümeye yarayan ön ayakların taş atan, mızrak fırlatan ve ucuna iple sivri taş bağlayan elin baş parmağının bugünkü düğüm atar haline gelmesi milyon yıl sürmüş iki değişiklik” diyorlar. Böylece anlıyoruz ki, esas teknolojik gelişme ağaç dalının ucuna sivri taşı bağlamaktı, ilk adım oydu. Ondan sonra teknoloji hamlelerimiz zamanla hem büyüdü hem sıklaştı.
1962 yılında mühendis olarak mezun olduğumda sınavda çarpma bölme işlemlerini kafadan yapardık, elektrikli hesap makinesi yeni duyuluyordu ve bilgisayarı büyük şirketler muhasebe bölümünde hesap işleri için kullanıyorlardı. Uygarlık seviyemiz hızla yükseliyordu ama bilgisayarın her yere girmesiyle hızımız artmaktan öte sıçrama yaptı. Yani bizim beynimiz birçok konuda sınırına ulaşmışken, bilgisayarın katkısıyla kendi sınırlarımızı aşabildik. Vücudumuzda olacak gelişmelerin de kol ve baş parmak örneğinde gördüğümüz gibi milyon yıl filan sürdüğünü görüyoruz. Demek ki, insanlığın bundan sonraki gelişmesi kapasitesinin sınırlarını zorlayan beynimizin değil, bilgisayar teknolojilerindeki gelişmelere bağlı.
Uygarlığın iki ölçüsü vardır. En çok kullandığımız “medeniyet” kelimesi Medine’den gelir. Medine şehir demekken, Batıda “civilisation” Latince şehir anlamına gelen “civis”ten türemiştir. Yani şehrin verdiği konforları uygarlık olarak kabul etmişiz. Evde akar sıcak su, merkezi ısıtma, okul, hastane, güvenlik, iş imkanı kırsalda değil, şehirdeymiş. Şehirde oturmak daha pahalı olduğundan, zamanla uygarlık biraz da zenginlik ölçüsü olmuş. Kişi başına okunan kitap ve ortalama okul yılı gibi kültürel ölçüler de uygarlık kıyaslamalarında yaygın olarak kullanılır. Bizde bir de “insanlık” ölçüsü vardır. Hani “Adam olamadım.” deriz ya! Batıda bizdeki kadar anlamlı değildir, bu uygarlık ölçüsü. Ben ilkokuldan sonra 12 yıl İsviçre’de okudum. Dünyanın en zengin ülkesidir ve kişi başı gelir 100.000 dolarken bizde ancak 10.000’dir ama kadınlara seçmenlik hakkı ancak 1973’te tanınmıştır, bizden yarım yüzyıl daha geç! Anayasalarına “Kadın ve erkek eşittir.” cümlesini eklemek için de utanmadan bir 8 yıl daha kavga ettiler. Bilgisayar kullanımında ustalaşan ülkeler uygarlık merdiveninde tırmanmaya devam edecekler ama insanlık diye adlandırdığımız niteliklerini geliştirecekler mi, benim merak ettiğim budur. Yani diyorum ki, “yapay zeka” bize refah getirecektir ama adam gibi davranmamıza da yardımcı olacak mıdır?
Şöyle düşünüyorum: yapay zeka beynimizin bir icadıdır ve beynimizin uzantısı olarak çalışmaktadır. Onu kendimiz programlıyoruz ve beceremediğimiz işleri başarması için kullanıyoruz. Ondan beklediğimiz hangi işlerdir? Gelecek yazımda biraz derinleştireceğim.