Aşkımızın sağlam olup olmadığını nasıl anlarız?

Geçen ayki nikahımda üç dakikalık bir konuşma yaptım.

“Üç dakikada üç önemli aşk sorununa bulduğum çözümleri anlatacağım,” dedim.  5 davetlinin üçü güldü, ikisi not almaya başladı.

İlk cümlem “Rengin’i seviyorum,” oldu.

Hemen arkasından “Aşkımızın sağlam olup olmadığını nasıl anlarız? Bunu mutlaka hep merak etmişsinizdir,” dedim. “Oysa sır değildir bu, Fransa’da ‘Eğer öbürünün kötü taraflarını da seviyorsan, işte aşk budur.’ diye çocuklara öğretilir. Mantıklı değil mi? İyi taraflarımızı düşmanımız bile sever. Özellik, diğerinin kötü taraflarını sevmektedir ve bu özelliğin adı da aşktır, işte,” diye ekledim.”

Baktım dikkatle dinleniyorum “İkinci sorun, karşı tarafı seviyorsunuz, tamam da ya o? Onun da bizi sevip sevmediğini nasıl anlayacağız?” Zürih’te üniversiteye gittiğimde on sekiz yaşımdaydım ve Désirée diye bir kıza aşık olmuştum. Bir gün ona aşkımı itiraf etmeye karar verdim ve romantik bir pozisyon yaratıp en derin sesimle ‘Seni seviyorum,’ dedim. O da “Beni herkes sever. Senin için önemli olan benim seni sevmemdir,’ dedi. 

Ben bir kahkaha attım ve herkes güldü. Rengin de “Bana Halil için ‘Geçinmesi zor bir adamdır’, dediler ama değilmiş.  Sevimsiz tarafları var tabii ama bana pek rahatsızlık vermediklerine göre ben de onu seviyorum demektir,” dedi. Hepimizden alkış aldı.

Hem ciddi hem neşeli bir grubuz. Aşkla ilgili üçüncü soruna gelince: Eş bulmak kolay, hatta her geçen gün daha da kolaylaşıyor ama hayat arkadaşı bulmak ve olmak zor. İkisinin farkı süre! Hayat arkadaşlığı süresiz, sonuna kadar sürmeli. Karar verirken nasıl güveneceksin, sorun burada. Sorun güvende. Galiba bu yüzden 19 yıllık beraberlikten sonra nikah kıydık. Belki de birbirimize güvenip güvenemeyeceğimize karar vermemiz 19 yıl sürmüş olabilir.

Blogumu bu kadar okuduğunuza göre ”Yahu, bu Halil bize 19 yıl nişanlı kalmadan evlenme kararı vermeyin mi diyor”, diye aklınızdan geçmesin sakın. Ben sadece kendimi anlatırım: Yazdıklarım sadece yaptıklarım ve düşündüklerimdir ama kesinlikle öğüt değildir. Zaten öğüt verme hakkı sadece bize karşılıksız emek vermiş olan aile büyüklerimize ait bir ayrıcalıktır.

Siz tabii bu güzel biten masalın nasıl başladığını da öğrenmek istersiniz. Onu da gelecek görüşmemize bırakalım. Laf uzayınca sıkıcı oluyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.