Bu topraklarda neden hem hain hem kahraman bu kadar bol yetişiyor?

Güzel soru değil mi?

Bizden önce burada oturan Bizanslılar da bizim gibiymiş: Hem dünyayı fethetmişler hem entrikanın kitabını yazmışlar. En iyi bildiğim Avrupa tarihidir; inanın onlarda da durum aynıdır: Çöküş genelde cehaletten çok ihanet yüzündendir ama kahramanları da boldur. Sonunda karar verdim ki her coğrafyada ve her kültürde ikisi de yetişiyor. Biri yapıcı, diğeri yıkıcı.

Yalnız devlette değil, her alanda bu böyle. Kendi ailemde de eski kahramanların yaptığını yeni hainlerin yıktığını yaşadım. Türkiye’nin de kahramanlarla hainler arasında birkaç kez el değiştirdiğini gördüm.  İki tür insan da aynı anda toplumlarda mevcut. Dümene kahraman geçince güzellik, hain geçince rezillik hüküm sürüyor. Şansına!

Ben 1990 lı yıllarda Türkiye’nin içine düştüğü son ihanet dalgasını yaşadım. Bir kocaman soygundu. Hayır, elde tabanca yapılan cinsten değildi. Bunlar, saygıdeğer kişilerin, saygıdeğer kurumlarda güvenenlerin güvenini istismar ederek çevrilen işlerdi. 

İnsanoğlunun işi zordur. Zaten insan olmak karışık bir meslektir.

“Senin ihanet dediğine bizim köyde yolsuzluk denir!” diye düşüneniniz olabilir. Yolsuzlukta hırsızlık işi ağırlıktayken, ihanette GÜVENE saldırı vardır.

“Subay planları çaldı veya kardeşim kasayı soydu,” demeyiz. “Subay vatana veya kardeşim aileye ihanet etti,” deriz, değil mi? 

Beni çok etkilemiş olan iki ihanet örneği anlatacağım. Babam beni ördek avına götürmüştü. Çocuktum, tüfek neredeyse benim boyumdaydı. Avcı azdı, fişekleri evde elle doldururduk. Yaban ördekleri bu yüzden bizden pek kaçmazlardı. Ben yüzmekte olan bir ördeğe nişan alınca babam durdurdu “Önce uçsun sonra ateş et,” dedi. “Hayvan bize güvendi. Konmuş kuşu vurmak erkekliğe yakışmaz ve avcılık onuruna ihanettir,” dedi. Erkeklik, ihanet ve onur! Galiba bu konuda en eski hatıram budur.

Beni en çok sarsan ihanet ise 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sırasında oldu. Cumhurbaşkanının Muhafız Alayı onu darbeci askerlere karşı korumadı. Çankaya Köşkünde oturan her Cumhurbaşkanının canı, başta Atatürk’ünki olmak, üzere Muhafız Alayı Komutanına emanetti.

Muhafız Alayı sadece bayramlarda şık kıyafetler giyer ve soylu atlara binerek törenlere katılır. Bu rahat hayatın karşılığında, Cumhurbaşkanı için ölünceye kadar vuruşmak zorundadır.

Bu komutanın görevine ihanet etmesi beni o kadar sarstı ki, elli yıl sonra yazdığım bir romanın konusu oldu.

İhanet bende kan lekesini çağrıştırıyor. Size tuhaf gelebilir: İhanetle kanın benzerliği mi var, diye düşünebilirsiniz. Kan ürpertici bir şeydir ve benim için ihanet de öyledir. Biliyorsunuz, kan lekesini unutturacak bir ilaç henüz icat edilmedi. Belki kanın ve ihanetin benzerliği, ikisinin de yarayla bağlantılı oluşundan geliyordur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.